FATİH GENCER


AYNADAKİ YABANCI

AYNADAKİ YABANCI


Aynadaki yüz, yıllardır sırtında taşıdığı ama bir türlü üzerinden atamadığı ağır bir yük gibiydi. Artık “Neden ben böyleyim? Bu ben olamam?” kaygısıyla daha fazla baş edemiyordu. Ne kadar sıradan ve demode bir surattı bu. Üstelik gülümsemesi çok basit, görünüşü hiç fotojenik değildi. Kendi yüzünde bir eksiklik, bir kusur, bir uyumsuzluk vardı sanki. Aslında bu his birkaç asırdır devam eden bir yolculuğun son durağıydı.

Aidiyet kaybı, önce kültür, gelenek ve mekândan başladı. Sonra bu erozyon toplum ve aileyi aşındırdı. Nihayetinde artık bedene yöneldi. İnsanın son sığınağı olan beden, bugün çoğu kişi için bir utanç kaynağı. Sanki vücudu ona ait değil, sanki başka bir beden onu kuşatmış, nefes almasına izin vermiyor. Sanki yaşamak istediği hayatın önündeki büyük engel onu yıllardır taşıyan kendi bedeniydi.

Artık bambaşka bir insan tipi dolaşıyor aramızda; kendini bedenine ait hissetmeyenler

 “Bu ben olamam” kaygısı önce zihinlere işlendi. Görünüş baskısı, tüketim kültürü, sürekli karşılaştırma zihni savunmasız bıraktı. Bitmek tükenmek bilmeyen dayatmalar bedenle zihnin ahengini bozmayı başardı. Doğallığımız, bizi biricik yapan fiziksel özelliklerimiz zihnimizde bizi küçük düşüren teferruatlar oldu.

Kapitalizm hayatımızdaki her şeyi tek tipleştirdi. Giyim, yeme ve eğlenme alışkanlığı, içtiğimiz kahve, sohbet ettiğimiz mekânlar, üstelik eğitimimiz, fikirlerimiz hatta üniversitelerimiz bile bir makine ürünü gibi standart hale getirildi. Tüm kutsallarımızı tüketim kültürünün metalarına çeviren kapitalizm son kalemiz, son kutsalımız olan bedenimize dokunamamıştı. Ama artık onun da savunma hatları yarıldı.

Nasıl her ürün birbirinin benzeriyse neden vücutlar da tek tip olmasın fikri tüketim kültürünün en etkili icatlarından biri oldu. Baumanʼın modern dünyanın egemenlerini anlatan tanrısal bahçıvan metaforu nasıl doğayı istediği şekle sokuyorsa, insan bedenini de istediği kalıba dökebilirdi. Bu düşünce zihinlerimize görünmez bir zımpara yerleştirdi. Böylece insan; standart ölçülere uymayan her şeyi düzeltilebilen sıradan bir eşya haline geldi.

Zihin artık bedenimizi taşımak istemiyor. Beden tıpkı modası geçmiş eski bir pantolon veya ayakkabı gibi değiştirilmek istenen bir eşyadan farksız. Bir yanda ekranlardaki pürüzsüz yüzler, sosyal medyadaki cilalanmış simalar, reklamlardaki dört dörtlük bedenler, bir yanda hayal kırıklığı ve vasat olarak gösterilen kendi vücudumuz. Kapitalist sistem insan doğasını bile parçalamayı başardı. Artık bedenimiz kendimize ait bir varlık değil; daha çok başkalarının beklentileri için değiştirilebilen bir yapboz.

Görünür olmak, beğenilmek ve pırıl pırıl parlamak herkesin hakkı değil mi? İşte zihin beden birlikteliği tam da burada, en sert şekilde kırılıyor. Ayna ve ekranlar bu kırılmayı daha da keskinleştiriyor. Bu göz rengi… Bu saç rengi… Bu dudak… Bu burun… Uymuyor, yetmiyor, örtüşmüyor daha da önemlisi beğenilmiyor. Aynadaki yüz; tamamen zamanın gerisinde kalmış bir paçavra gibi… İnsan kendi yüzünü taşıyamaz hale geliyor. Kendine her bakışında düzeltilmesi ve onarılması gereken kusurlar listesini görünüyor. 

Tam da bu esnada tüketim kültürü sahneye çıkıyor. Bir kurtarıcı edasıyla sesleniyor: “Sen bu değilsin. Bu senin kaderin değil. En iyisini hak ediyorsun. Bu talihsiz bedenden kurtulabilirsin”. İnsanın en kırılgan anını bekleyen reklamlar, broşürler, sosyal medya akımları… Hepsi aynı reçeteyi tekrar tekrar gözünün içine sokuyor. “Kendini yeniden inşa edebilirsin”. Artık kişi kendinden vaz geçmeye hazır. Doğallığın ayıp, özgünlüğün günah, bedenin yetersiz olduğu fikri öylesine içselleşiyor ki… Böylece vücutlar bir tadilat projesine çekiliyor. 

Burun, dudak, saç, çene ve vücudun modern ölçülere uymayan her yeri… Hepsi tek tek yenileniyor. Nihayet yeni beden gururla sergilenebilir. Sahte beğeniler, sahte övgülerin sonu gelmiyor. Yapılan harcamalar, çekilen eziyetler karşısında yakınlarının beğenileri elbette yeterli olamaz. Sonunda kendisini bekleyen on binlerce beğeni için sanal âleme sonsuz bir özgüvenle girebilir, o da parlayan yıldızlardan biri olabilir.

Ama dikkatli gözler için gerçek çok başka: bedenin üzerine yerleştirilmiş modern gecekondular hemen fark ediliyor. Yapay parçalar hep bir ağızdan “ben buraya ait değilim” diyor. Hepsi daha ilk görüşte sırıtan uyumsuzluğu haykırıyor. Bu haykırış duyulmuyor. Tüketim kültürünün gürültüsü, değişim hikâyelerinin sesleri o kadar yüksek ki, insanın içindeki gerçek sesi boğuyor. Beden ezildikçe farklı bir yüzün ağırlığını taşımaya çalışan ruh yoruluyor. 

Peki, bu değişim nelere mal oldu. Yüze yapılan her müdahale, her yeni çizgi, her eklenen ayrıntı aslında ona ait bir parçayı sessizce söküp aldı. Sadece o yüze has gülümseme, çocukluğundan beri yüzüne yerleşmiş o doğal kıvrım artık yok. Zarif bakışlar, sevgi, hüzün, özlemi sessizce anlatan eşsiz ifadeler, yaşanmışlıkların izleri, mimikler… Hepsi birer birer uçup gitti. Beden değiştikçe onu biricik yapan bütün insani ayrıntılar da silindi. Artık kişi tüketim kültürünün yüz binlerce yeni ürününden birisi; bir insan değil bir nesne. 

İnsanlar bu kısır döngü içinde kaybolurken toplum; bilimde, sanatta, eğitimde, düşüncede, emekte önemli bir kaynağını yitiriyor. İnsanların bir kısmının bile üretmekten, katkı susmaktan,  toplumu geleceğe taşıyacak nesiller yetiştirmekten vazgeçmesi, bunun yerine tüketim kültürünü teşvik etmesi... Bir topluma bundan daha büyük zarar verilebilir mi?

Her geçen gün kendi suretinden memnun olmayanların sayısı bahçıvanın tanrısal dokunuşuyla azalıyor. Ancak artık aynada başka birinin görüntüsü var. Bir zamanların doğal yüzü, sanki maske gibi, duygusuz, sahte, yapay. Ayna sanki dışarıya açılan bir pencere, oradaki yüz ise onu seyreden bir yabancı.

Bu yabancı beğenilme bağımlısı. Her gün daha çok alkışa ihtiyaç duyuyor. Bunun için her şeyi yapabilir yeter ki gözler ona dönsün. Oysa bu yabancı, kişinin hayatında hiç bir şeyi değiştirmedi. Üstelik bir müddet sonra albenisini yitirecek daha fazla değişim ve yeni müdahaleler isteyecek. Bu dönüşü olmayan yapaylık yarışının ibretlik sonunu artık görebiliyoruz. Beden değiştikçe ruh siliniyor, beğeniler arttıkça insani taraf eksiliyor.

Aidiyet kaybı hikâyesi iki yüz yıl önce "biz böyle olmamalıyız" cümlesiyle başladı. "Biz kimiz" sorusuna yanıt aramakla devam etti. Nihayetinde aynadaki yabancının seyri ile son buldu. Hikâyenin son paragrafı bir şeylerin yolunda gitmediğini göstermiyor mu? Dış görünüşün değişiminin aslında hiç bir şeyi değiştirmediğini ortaya koymuyor mu? Ne dersiniz, artık hikâyenin başlangıcını, iki asır önceyi farklı bir bakışla değerlendirmenin zamanı gelmedi mi?

Evlenmek isteyen genç kız babasını mahkemeye verdi

İncirlik krizi sonrasında ilk izlenim olumlu

Kraliyet yengesi evlendi

Afganistan’da 6 bin 250 kilo amonyum nitrat yakalandı

Everest’e tırmanmaya çalışan dağcı hayatını kaybetti

Tayland’da patlama: 24 yaralı

Bilim adamları çip içinde beyin hücresi büyüttü

‘Çin ile çatışma katliam olur’

NYT: Çin’de 10’dan fazla CIA ajanı öldürüldü

Donald Trump’tan Suudi Arabistan’da kılıç dansı

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.GALATASARAY A.Ş. 17 13 1 3 27 42
2.FENERBAHÇE A.Ş. 17 11 0 6 25 39
3.TRABZONSPOR A.Ş. 17 10 2 5 13 35
4.GÖZTEPE A.Ş. 17 9 3 5 12 32
5.BEŞİKTAŞ A.Ş. 17 8 4 5 8 29
6.SAMSUNSPOR A.Ş. 17 6 4 7 2 25
7.RAMS BAŞAKŞEHİR FUTBOL KULÜBÜ 17 6 6 5 9 23
8.KOCAELİSPOR 17 6 6 5 -2 23
9.GAZİANTEP FUTBOL KULÜBÜ A.Ş. 17 6 6 5 -6 23
10.CORENDON ALANYASPOR 17 4 4 9 1 21
11.GENÇLERBİRLİĞİ 17 5 9 3 -3 18
12.ÇAYKUR RİZESPOR A.Ş. 17 4 7 6 -4 18
13.TÜMOSAN KONYASPOR 17 4 8 5 -8 17
14.KASIMPAŞA A.Ş. 17 3 8 6 -10 15
15.HESAP.COM ANTALYASPOR 17 4 10 3 -15 15
16.ZECORNER KAYSERİSPOR 17 2 6 9 -17 15
17.İKAS EYÜPSPOR 17 3 10 4 -14 13
18.MISIRLI.COM.TR FATİH KARAGÜMRÜK 17 2 12 3 -18 9