75 yıldır ülkeleri işgal edilmiş, zaman zaman katliamlara maruz kalan, türlü türlü aşağılanan Filistin’in Gazze Şeridi’nde yönetimi elinde bulunduran Hamas’ın silahlı kanadı İzzettin Kassam Tugayları 7 Ekim’de İsrail’e Aksa Tufanı adından bir saldırı düzenledi. İsrailliler, bu saldırı öncesinde hemen tellerin öbür tarafında Gazzelilere nispet ederek gaspettikleri topraklarda festival düzenlemekteydiler. İsrail’e güneyden girilerek birçok noktada yapılan saldırılar neticesinde İsrail tarafında ölenler, yaralananlar olduğu gibi esir alınanlar da oldu. Aynı esnada bu saldırılara Apaçi helikopterle karşılık veren İsraik askerleri, içlerinde kendilerinden olan birçok sivili de öldürdüler Saldırı Hamas tarafından açıkça üstlenildi. Hamas, bu noktada kendilerine para ve silah yardımı yapan İran, Suriye ve Yemen gibi devletlere ve Lübnan Hizbullah’ı gibi örgütlere teşekkür ettiler. Bu devlet ve örgütler de çekinmeden Hamas’ı ve Gazze halkını desteklediklerini deklare ettiler.
Bu tarihten önce Hamas’ın yönettiği Gazze, yaklaşık 17 yıldır abluka altında yaşıyordu. İsrail tarafından adeta açık hava hapishanesine çevrilmişti. Temel insani ihtiyaçlarını bile İsrail izin vermeden temin edemeyen Gazzeliler devamlı surette Siyonist İsraillilerin değişik şekillerdeki aşağılamalarına ve hakaretlerine maruz kalıyordu. Bu manada özellikle dini ve etnik aşağılama oldukça sık tekrar ediyordu. Geçmişte Nazi zulmüne maruz kalmış Yahudiler, tıpkı kendilerine soykırım uygulayan Naziler gibi dünyayı etnik bakımdan ikiye ayırırlar. Buna göre kendilerini seçkin ve üstün kavim gören Yahudiler, Araplar başta olmak üzere diğer kavimleri aşağılık görmektedirler. Yahudiler dışındaki diğer kavimleri ya öldürüp yok etmek isterler ya da kendilerine hizmetkâr kılmak isterler.
İsrail Başbakanı Binyamin Netenyahu’nun önceden tahmin ettiği ve beklediği bu saldırı neticesinde başta ABD, İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya gibi Batılı devletler, anında İsrail’e desteklerini açıkladılar ve savaş gemileriyle, denizaltılarıyla Akdeniz’e çıkarma yaptılar. İşi oldukça zora düşmüş olan Netenyahu’nun bu saldırılar neticesinde eli güçlendi. Fakat bu bir ay içinde onun emriyle gerçekleşen katliamların onun politik ve organik hayatının sonu alacaktır diye düşünmekteyiz.
İsrailli yetkililer, 7 Ekim Hamas saldırıları sonrası Batılı devletlerden aldığı güç ve destek ile Gazze’ye ve Hamas’a yönelik büyük bir saldırı başlattı. Demir Kılıçlar adını verdikleri saldırılarda sivil asker ayırımı yapmadan, binalar, hastaneler, camiler ve kiliseler İsrail devleti tarafından bombalandı. Bu saldırılarda bir ay içinde 10 binden fazla Filistinli katledildi. İsrailli yetkililer bu sayının 20 bin olduğunu söylüyorlar. Gerçekte ölen ve yaralanan insanların sayısı net olarak bilinmiyor. Çünkü yasaklı fosfor bombası dahil sofistike bombalarla yerle bir edilen Gazze’de hala ulaşılamayan ölüler ve yaralılar bulunmaktadır. Bu zaman diliminde toplam ölen İsrailli sayısı ise 1400 civarındadır. Canice ve sadistçe yapılan bu bir aylık saldırılar neticesinde İsrail güçleri Gazze’de hâkimiyeti ele geçirdiğini açıkladı. Katledilen insanların büyük çoğunluğu evlerinde, camilerde ve hastahanelerde olan sivillerdir. Öldürülen Hamas savaşçılarının sayısı oldukça azdır. Nitekim İsrail için, Hamas’ın silahlı mensuplarıyla sivil halk arasından hiçbir fark yoktur. Bunu birçok defa dile getirmişlerdir. Filistinlileri Gazze’den tamamen sürmek isteyen İsrail’in bu amacına yakın vadede ulaşıp ulaşamayacağı bilinmez ama bu katliam, tarihte benzerine nadir rastlanılan vahşice saldırılardan biri olarak kayda geçecektir.
Mezkur çatışmalar 1947 yılında Birleşmiş Milletler tarafından Filistin Devletinin topraklarında Yahudi ve Filistin adında iki devleti öngören karara kadar götürülebilir. Bu kararın ardından Siyonistler tarafından Hanagah adlı silahlı çeteler kuruldu. Bu çeteler ile Yahudi yerleşimcilerin ikamet edecekleri bölgeler işgal edildi. 14 Mayıs 1948 yılında David Ben Gurion tarafından İsrail, Birleşik Krallığından bağımsızlığını ilan ederek devlet olduğunu ilan etti. Bu tarih, Filistinliler için günümüze kadar süren acıların ve katliamların başlangıcı oldu. Filistinliler bu günden bir sonraki günü Nakbe yani “Büyük Felaket” olarak anmaktadırlar. Bağımsızlığını ilan ettikten sonra Filistin coğrafyasında Araplara devlet kurmaları için bırakılan toprakların yarısını işgal eden İsrail’deki Siyonist çetelerin saldırılarına karşılık Mısır, Suriye, Lübnan, Irak ve Ürdün gibi devletlerin ordularından oluşan Arap Birliği Ordusu, İsrail’e savaş açtı. Filistinli yerel milis güçlerle beraber ilk etapta başarı elde eden Arap orduları, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 11 Haziran’da aldığı karar ile ateşkes anlaşmasını kabul etti. Karşı tarafın aksine ateşkese uymayan Siyonistler, saldırılarına devam ettiler. Bu arada ABD ve İngiltere gibi büyük devletler, Araplara silah edinme sınırlaması getirirken İsraillilere destek oldular. 15 Temmuz’da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafındanikinci kez ateşkes anlaşması kararı alındı. Bu anlaşmaya da uymayan İsrail, Mısır’a saldırarak onu savaştan vazgeçirdi. Irak birlikleri de İsrail’in diğer Arap ülkeleri ile anlaşması neticesinde geri çekildi. İsrail, bu savaşlar esnasında topraklarını terk etmek zorunda kalan Filistinli Arap mültecilerin geri dönmesine izin vermedi. Tarihçi Ilan Pappe 2006 tarihli “The Ethnic Cleansing of Palestine” adlı eserinde İsrail'in 1948 yılında Filistinliler’e karşı planlı ve sistematik bir etnik temizlik yaptığını belgeleriyle ortaya koymuştur.[1]
Nakbe’den günümüze kadar da bu durum devam etti. 75 yıl içinde Filistin topraklarının büyük çoğunluğu işgal edildi. Sistematik katliamlarla binlerce Filistinli öldürüldü, 1 milyondan fazla kişi vatanından sürüldü, onların evlerine silahlı Yahudi yerleşimciler yerleştirildi. 1000’e yakın köy yok edildi ve bazı kentler Yahudileştirildi. Filistinliler işgal edilen toprakları için 1987’den 1993 Oslo Anlaşmasına kadar Birinci İntifada, Eylül 2000’den 2005 yılına kadar da İkinci İntifadayı başlattı. İntifada süreçlerinde her iki taraftan birçok asker-sivil öldü ve yaralandı. Malum olacağı üzere her iki taraftan öldürülenlerin kahir ekseriyeti Filistinli sivillerdir. Bunun yanında bu süreç içinde binlerce Filistinli, İsrail hapishanelerinde işkence görmüş; kendi topraklarından taciz ve tecavüz mağduru olan Filistinlilerin sayısı ise oldukça çoktur. İsrail, tüm zulümlerini Birleşmiş Milletlere rağmen ABD ve Batı ülkelerinin desteğiyle yapmış ve yapmaktadır.
7 Ekim 2023 tarihinden önce İsrailliler, Oslo Anlaşmasında kabul ettikleri şartların aksine her geçen gün Filistin topraklarındaki silahli Siyonist yerleşimcilerin sayısını artırmaya devam etmekteydi. Yine anlaşamada kabul ettiği şekilde Gazze Şeridi ve Batı Şeria’dan silahlı kuvvetlerini geri çekmedi. İsraillilerin planlarına göre 2050 yılına kadar Filistin topraklarında bazı yeni şehirlerin kurulması ve yerleşimci yani işgalci sayısının daha da artırılması sözkonusudur.
İsrail devletini kuran Batılı büyük güçlerdir. Onların bunu yaparken bazı amaçları bulunuyordu. Asimile etmeye çalıştıkları Yahudileri Avrupa’dan uzakta bir yerde toplamak, artan Yahudi milliyetçiliğini kendi maslahatları yönünde kanalize etmek, Ortadoğu’da onların çıkarlarına hizmet eden uydu bir devlet yaratmak önemli amaçlarındandı. Ve bunu başardılar. İsrail Bağımsızlık Bildirgesi’nde adı geçen ve “Yahudi Devletinin Ruhani Babası” olarak anılan Theodor Herzl’in hayalini kurduğu devleti Avrupalı Siyonistlere kurdurttular. Dini manada bunun zeminini ise Hıristiyan Siyonistler hazırladı. Zira Amerikalı bir çok Hıristiyan, İncil’de geçen Mesih’in geldiği vakit gerçekleşecek olan, iyilerle kötülerin son savaşı Armageddon savaşında Yahudilerin Filistin topraklarına hakim olması gerektiğine inanıyordu. Yahudilerin kutsal kitapları Tevrat’ın bazı pasajları ise Yahudi Siyonistlerin politik ideolojisine dini dayanak teşkil etmektedir. Siyonizm ennihayetinde seçkin Yahudi ırkına verilmiş, Nil ve Dicle arasını içeren Vadedilmiş Topraklara hakim olmak istemektedir. 7 Ekim saldırıları sonrası Moğolvari katliam emrini veren İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, bir basın toplantısında şu dini ifadeleri kullandı: “Kutsal kitabımız diyor ki, Amalek’in sana yaptıklarını hatırlamalısın.’ Bu yerde ‘Şimdi gidin ve Amalek’i vurun. Sahip oldukları her şeyi tamamen yok edin ve onları bağışlamayın. Hem erkeği hem de kadını, bebekleri ve emzirenleri, öküzleri ve koyunları, develeri ve eşekleri öldürün.’ şeklinde bir ayet yer alıyor.” Netanyahu, Amalekliler derken Filistinlileri kastetmektedir.
Tevrat’ta geçen şu ifadeler de politik Siyonizm tarafından dini anlamda kullanılan argümanlardandır: “Samuel Saul’a şöyle dedi: ‘… Rab diyor ki, ‘İsraillilere yaptıkları kötülükten dolayı Amaleklileri cezalandıracağım. Çünkü Mısır’dan çıkan İsraillilere karşı koydular. Şimdi git, Amaleklilere saldır. Onlara ait her şeyi tümüyle yok et, hiçbir şeyi esirgeme. Kadın erkek, çoluk çocuk, öküz, koyun, deve, eşek hepsini öldür.”[2] “Musa kadınların esir edildiğini görünce “Bütün kadınları sağ mı bıraktınız? diye çıkıştı …bu kadınlar İsrailliler’in Rabbe ihanet etmesine neden oldular. Bu yüzden Rab’bin topluluğu arasında ölümcül hastalık baş gösterdi. Şimdi bütün erkek çocukları ve erkekle yatmış kadınları öldürün. Yalnız erkekle yatmamış genç kızları kendiniz için sağ bırakın.”[3] “Ancak Tanrınız Rab’bin miras olarak size vereceği bu halkların kentlerinde soluk alan hiçbir canlıyı yaşatmayacaksınız. Tanrınız Rab’bin size buyurduğu gibi, onları -Hitit, Amor, Kenan, Periz, Hiv ve Yevus halklarını- tümüyle yok edeceksiniz.”[4] “Yehova bütün milletlere gazaplandı, tüm ordularına karşı öfkesi kabardı. Yok edilmelerine karar verdi, katledilmeleri için onları kılıca teslim etti. Katledilenler kaldırılıp atılacak, cesetlerinden leş kokusu yayılacak, kanlarıyla dağlar eriyecek…”[5] Mezkur pasajlar, adeta teoterörizm de denilebilecek Siyonist İsrail devlet terörünün dini açıdan temellendirilmesi için kullanılmaktadır.
Aslında sömürgecilik sonrası ABD ve Avrupa, reelpolitik sahada çıkarlarına uygun hareket etti. 1947-1991 yılları arasındaki Soğuk Savaş dönemi, günümüzde de devam etmektedir. Medeniyetler çatışması, tarihin sonu, ılımlı İslam ve neticede Büyük Ortadoğu Projesi ya da diğer adıyla Büyük İsrail Projesi arada bir küçük değişmeler ve duraksamalar olsa da Batı bloğunun şimdilik değişmez büyük stratejik planları çerçevesindeki düşünce ve eylemler bütünüdür. Şiilik ve Sünnilik çatışması ise bu meyanda Batı ve İsrail bloğu için oldukça kullanışlı bir araç ve silahtır. Nitekim Afganistan, Suriye, Irak ve Libya gibi ülkelerde görüldüğü üzere bunda bir dereceye kadar başarılı da oldular. İsrail’in Filistin ve Gazze’ye yönelik saldırıları ve Şii-Sünni çatışması, ayrışması bir ihtimal İran’ın bölünmesi ve rejiminin güya demokratikleştirilmesi için gereken ortamı hazırlamış görünmektedir. Nitekim bazı analistler Hamas’ın son eylemlerinin İsrail’in 11 Eylül’ü olduğunu ileri sürmektedirler. Amerika, 11 Eylül bahanesiyle Irak’ı ele geçirmekle işe başladı ve Irak’ı parçaladı. Kendi ulusal çıkarları için burada ABD’ye göz yuman İran yönetimi belki de sıranın kendilerine geleceğini düşünememişlerdi. Belki de Saddam gibi Kürtlere ve Şiilere çokça zulmeden bir düşmandan kurtulalım da sonrasına bakarız demişlerdi.
Son çatışmalar bağlamında bölgesel güç olmaya aday veya küçük ölçekteki Arap ve İslam ülkeleri üçe bölünmüş gibi duruyor. Suudi Arabistan, Mısır gibi İsrail ve Batı tarafında olan yönetimler. İran ve Yemen gibi İsrail karşıtı yönetimler ve Türkiye gibi her iki tarafla ilişkilerini devam ettirmek isteyen yönetimler. Türkiye’nin Irak ve Suriye deneyiminden dolayı ağzının yanmış olması Suudi Arabistan gibi tamamıyla Batı bloğunda yer almasını şu an için engellemektedir. İran ise Batı tarafından artık fişi çekilmek istenen bir yönetim olduğunun farkındadır. Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülkeler hem Arap yönetimlere hem de Arap olmayan İslam ülkelerinin yönetimlerine güvensizlik içindedir. Bu ülkelerin yönetimlerinin tarihten gelen veya Batı tarafından suni olarak oluşturulan birbirlerine olan güvensizlikleri; etnik, mezhepsel ve siyasi iç sorunları, Batı karşıtlıkları ve dostluklarının değişken ve kırılgan olmasını doğurduğu gibi onları bir bütün olarak güçsüz kılmaktadır. Son kertede bu ülkelerin Müslüman olan halkları ise ellerinden geldiği kadar protestolarla, boykotlarla ve değişik türdeki yardım kampanyalarıyla Filistin’deki kardeşlerine yardımcı olmaya çalışmakta ve acılarını paylaşmaktadırlar. Müslüman halkların yanında dünyanın birçok ülkesindeki farklı kesimlerden Siyonist olmayan Yahudi ve Hıristiyanlar, ateistler, sosyalistler…tıpkı Müslüman halklar gibi insani ve vicdani duyarlılıkla bu katliamlara karşı tepkilerini ortaya koymaktadırlar.
Batı karşısında soğuk savaş döneminin Varşova Paktına benzetilebilecek adı konulmamış diğer bir blok ise başını Rusya ve Çin’in çektiği Doğu blokudur. Son yaşanılan çatışmalar neticesinde Rusya ve Çin gibi ülkeler reelpolitik çıkarlarını düşünerek Filistin’i destekleme kararı aldılar. Çin Akdeniz’e savaş gemilerini gönderdi. Rusya ise Filistin’e gıda ve temel ihtiyaç malzemelerinin yanında gerekirse silah yardımı yapabileceğini deklare etti. Bu bloğun Müslüman üyesi İran ise bölgede kendisine bağlı guruplarla İsrail’e karşı vekâlet savaşı vermektedir. Kolombiya, Venezuella, Kuzey Kore ve Cezayir gibi ülkeler şimdilik Filistin’i destekleyen cephede yerini aldı. Azerbeycan ve Ermenistan gibi birbirleriyle savaşmış ve çatışma halinde olan ülkeler ise savaşta kendilerini desteklediklerine inandıkları cenahta konuşlandı ve Azerbaycan İsrail tarafında; Ermenistan ise Filistin tarafında görünmektedir. Rusya ile savaşan Ukrayna gibi ülkeler ise kendisine yardım eden ABD ve Batı bloğunda yer alarak İsrail’e desteklediğini açıkladı. Bölgedeki diğer küçük oluşumlar da kendilerini destekleyen bloğun safında iki taraftan birine desteklerini sundular.
ABD, Batı ve Siyonist bloğun yeterince kavrayamadığı, bazen görmek istemedikleri veya unuttukları bir husus şudur ki; Filistin topraklarının tüm dünya Müslümanları için müstesna bir yeri ve değeri vardır. Hz. İbrahim Filistin’e hicret etmiş. Hz. Lut, kavmine azap gelince mübarek topraklar olan Filistin’e gitmiş. Hz. Davud, Filistin’de yaşamış ve mihrabını orda inşa etmiş. Hz. Süleyman büyük devletini Filistin’den yönetmiş. Hz. Zekeriya’nın mihrabı Filistin’dedir. Hz. Musa’nın kavminden germeleri istediği mukaddes şehir Filistin’dir. Hz. İsa, Filistin’de doğmuş. İsrailoğulları onu Filistin’de öldürmek istemiş. Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa Kudüs’tedir. Bunların yanısıra Müslümanların kutsal kitabı Kur’ân’ı Kerîm’de ve Hz. Peygamber’in hadislerinde Filistin’e ve Kudüs’e dair oldukça çok sayıda atıf bulunmaktadır. Müslüman dünya için Kudüs’ün böylesi acımasız ve vahşi bir Siyonist çete tarafından ele geçirilmesi, dünyanın hiçbir zaman barış içinde olamamasını ifade eder. Nitekim muhtemel üçüncü dünya savaşının din savaşı olacağı her iki tarafça da dillendirilmektedir.
Siyonist İsraillilerin bu son saldırılarında gerçekleştirdikleri katliamlar, çoğu çocuk ve kadın olan binlerce insanın vahşice bir şekilde uyurken öldürülmeleri ve bunun neticesinde ortaya çıkan insani dram dönemin Müslümanlarının belleğinde ve ruhlarında silinmeyecek izler bırakmıştır.
Ümit ederim ki acımasızca öldürülen Filistinli mazlumların kanları ve ahları tüm dünya Müslümanlarının birbirleriyle aralarındaki ihtilaf ve çatışmalarına son vermelerine sebep olur. Topyekün Allah’ın ipine sarılmalarına ve onun nurunu tamamlama yolunda bir mücadele içinde olmalarına kapı aralar. Müslüman milletler eğer bugünden sonra bu minvalde bir yönelim içine girmezlerse böylesi katliamlara daha çok düçar olabilirler. Hz. Peygamber’in dediği gibi Müslüman bir delikten iki defa ısırılmaz.
[1] Samuel 15/1-3.
[2] Çölde Sayım 31/15-18.
[3] Tesniye 20/16-17.
[4] İşaya 34/2-3.