Tel örgülerin ardına toplanmış çocuklar… Simsiyah, kirli elleriyle boş tencereleri sıkıca tutuyorlar. Hayatta kalmak için belki de son çırpınışları bu. Biraz yiyecek alabilmenin umuduyla bekliyorlar. Susuzluktan dudakları çatlamış. Vücutları, yüzleri yara bere içerisinde. Ama asıl yaraları yüreklerinde. Kendilerine has o hayat dolu bağrışmaları unutmuşlar. En zor zamanlarda bile kahkahaları savuran çocuklar, artık gülmüyorlar. Tarihin en karanlık günleri onları bile susturmuş. Küçük vücutlar hayatının son demlerini yaşayan insanlar gibi bitkin. Korkuyorlar… Daha dün yan yana oldukları arkadaşları biraz un alabilmek için kurşunlarla yarıştılar ve artık yoklar.
Derilerinin daha fazla gizleyemediği kaburgaları aylardır aç olduklarını haykırıyor. Boyunlar bükük. Küçücük kafaları cevapsız soruların, önemsenmeyen yaşamlarının ağırlığını kaldıramıyor. Bu cehennemin ortasında yapayalnızlar. En yakınlarını kaybetmelerine bile artık üzülmüyorlar. Yorgun düşmüş ruhlarının ağırlığı başlarını öne eğiyor. Güçsüz bedenleri hem yetim hem de öksüz olmanın ıstırabını da yüklenmiş. Sadece ebeveynlerini kaybettikleri için değil, insanlık ve ona dair tüm değerler de katledildiği için hem yetim hem de öksüzler. İçlerinden biri zayıf elleriyle kaburgalarını saklamaya çalışıyor. Belli ki utanıyor. Öldürülen insanlığın son mağdurlarından olduğu halde o küçük eller insanlık adına utanıyor ve bir insanlık suçunu gizlemeye çalışıyor.
Bir anne kucağında kızını uyutmaya çalışıyor. Çocuk, açlıktan öylesine mecalsiz ki ağzını bile kapatamıyor, zayıf kolları annesini saramıyor. Anne çocuğun kulağına bir şeyler fısıldıyor. Ama bu bir ninni değil; belki bir dua, belki bir teselli, belki de bir veda. Bir yandan da tükenmiş kızının incecik kol ve bacaklarını tutuyor. Çok hassas, çok dikkatli. Sanki yanlış bir dokunuş, yanmış bir kâğıda dönen o narin bedene zarar verecek.
Bu manzara dünyanın birçok yerinde özellikle de Filistin’de yaşanan sıradan bir günü yansıtıyor. Bu trajediye şahit olup da yürekler sızlamaz mı? Evet, sızlamaz, Filistinliler söz konusu olduğunda “amalar” ile başlayan cümlelerin sonu gelmez. Filistinliler evleri yıkılıyor, ama onlar suçlu. Öldürülüyorlar, ama onlar terörist. Çocuklar açlıktan ölüyor, ama onlar … Ama onlar Arap… Ama onlar Müslüman. Amaların ardına saklananlar yapılanları bir şekilde meşrulaştırıyorlar. Ne yazık ki onların bu zulmü hak ettiğini ima eden veya doğrudan söyleyen âmâların sonu gelmiyor. Ölen çocukların hepsi insan, onlara insan değil diyebilir miyiz? Evet diyebilenler var. Modern, seküler Batı zihniyeti ve onun Siyonist ikizi, defalarca ispatladı. Kendileri dışındakileri insan bile saymıyorlar. Bu zihniyet ve onların gayrı meşru evlatlarının gözünde, “modern dünyaya” ait olmayan bu çocuklar ölmeyi hak ediyor.
Bu zulüm karşısında elimizden hiçbir şey gelmeyebilir. Hiçbir şey yapamıyorsak, en azından tarihin en zalim “ âmâlarının amalarına” karşı çıkamaz mıyız? Açlıktan ölmek üzere olan o yavruları gördüğümüzde kendi çocuklarımız gözümüzün önünde canlanmıyor mu? O manzara ruhumuzu sıkmıyor, yüreğimizi acıtmıyor mu? Bu sorular en azından bizi düşündürmüyorsa bilelim ki emperyalizm içimizdeki insanı da öldürmüş. Bizi, vicdansız, zalim bir yaratığa dönüştürmüş.
Artık şunu net olarak görebiliyoruz ki insanlık ölüyor. Nesli tükenmekte olan insanlar bir taziye çadırında toplanmış. Herkes o yüce değerlerin, o merhametin timsali, şefkatin cisimleşmiş hali olan insanlığın ölümüne ağıtlar yakıyor. Son insanların gözyaşları da artık kurumuş.
Bu matemde yerini alamayanlar sevinin, zaferinizi kutlayın. Müjdeler verin medeni dünyaya. Muştular uçurun “insana değer veren” Batı’ya. Ve onun gayrı meşru evlatlarına. Bugün yine büyük bir bela ortadan kalktı. Bu gün, insanlığın yüz karası teröristler, dünyanın en büyük günahkârları on yaşındaki o canavarlar yine açlıktan öldüler. Emin olun yarın ve öbür gün de ölecekler. Artık huzur içinde uyuyabilirsiniz.