FATİH GENCER


YOKOLAN AİDİYET

YOKOLAN AİDİYET


İlk defa karşılaştığımız biriyle tanışma faslını bitirdikten sonra; ona memleketimiz, ailemiz, kültürümüz ile ilgili bilgiler veririz. Aslında ikinci aşamada ait hissettiğimiz toplumu tanıtırız. Bizden önce mevcut olan, bizden sonra da varlığını sürdürecek, bizi tüm özelliklerimizle var eden o büyük yapıya dikkat çekeriz. Böylece aidiyet hissini dışa vururuz. 

Peki, neden kendimizi bir topluluğa ait hissederiz? Çünkü sadece etten kemikten oluşmayız; binlerce yıllık bir bilinçten meydana geliriz. Bu bilinç nesilden nesle aktarılan yaşayan bir hafızaya ve tarihsel devamlılığa işaret eder. Bize güven verir. Bu dünyada tek başımıza olmadığımızı düşündürür. Fiziksel varlığımızın tarihsel bir bilinçle şekillenmiş bir temeli olduğunu hissettirir. Bu temel milyonlarca insanı aynı hissiyatta buluşturur. Bize bakan sadece ağaçtaki meyveyi görmez; o meyveyi besleyen asırlık gövdeyi ve gövdenin güç aldığı binlerce yıllık derinliğe ulaşan kökleri görür. 

 ⁸Aidiyet hissini besleyen, güçlendiren sadece soyut bir bilinç değildir. Gözle görülen simgelerimiz, sembolleştirilen değerlerimiz de vardır; asırlık tarihi eserler, bir çırpıda ne demek istediğini anladığımız atasözleri, türküler ve şarkılar... Neticede biz, görünmeyen tarihi bilinç ve görülen yaşam tarzımızın cisimleşmiş haliyiz. Yani bugün hayatta olan ama daha çok geçmişin biçimlendirdiği yaşayan bir tarihiz. Fi tarihinden beri devam eden bir döngüyüz. 

 Ancak son birkaç asırdır emperyalist güçler bu döngümüze müdahale etti. Ya bu döngüyü ortadan kaldırmak ya da kendi çıkarlarına uygun bir hale getirmek için sistemli bir çaba gösterdiler. Peki, aidiyet hissi neden hedeftedir? Hepimiz Batılı emperyalist zihniyetin tüm dünyayı kendi arzusuna göre şekillendirmek istediğini ve bu konuda epey ilerleme kaydettiğini biliyoruz. Bu zihniyetin hedefi; dünyadaki kaynaklara ve üretime doğrudan ya da dolaylı yollardan hâkim olmaktır. Bu ancak tüm dünyayı kendi tasarladıkları şekle, toplulukları istedikleri biçime sokmakla mümkün olur. Devletleri küresel ekonomiye bağımlı kılmak, toplumları tüketici kitlelere dönüştürmek için önce kültürün direnç noktalarını kırmak gerekir. İşte tam bu nedenle aidiyet duygusu hedeftedir.

  Emperyalistlere fiilen direnebilecek tek güç devlet, fikren karşı koyabilecek tek yapı ise üniversite idi. Devletin ekonomideki varlığını “bilimsel” gerekçelerle verimsizlik saydılar. Üniversiteleri ekonomik ve kültürel entegrasyonun merkezine dönüştürerek fikri direnci kırdılar. Devletler piyasadan tamamen çekildi ve üniversitelere istenilen ayar verildi; geriye sadece tüketime endeksli, köksüz bireyler bırakıldı. 

 Artık hedef; kültürü tüketim kültürüne çevirmek. İlk önce aidiyet hissinin somut kısmını oluşturan ve tüketimin önünde engel olan değerlerimizin bir kısmını saçma, bir kısmını geri kafalılık veya feodal diye yaftaladılar. Sonra işlerine yarayacak tüm özel günlerimiz, düğünlerimiz, ev ziyaretlerimiz hatta cenaze törenlerimiz bile tamamen tüketime hizmet eder hale getirildi. Reklamlar, diziler, filmler gibi yollarla tüketim sürekli teşvik edildi. Böylece gösteriş yarışına evirilen kültürümüz bizim için büyük bir külfet haline geldi. Örneğin düğünler öylesine abartıldı ki evlenmek lüks hatta çoğu genç için hayal oldu. 

 Dini ve milli günlerimiz de bu gidişattan nasiplendi; her yıl neredeyse aynı cümlelerle yâd edilen sıkıcı ve masraflı anlara, özel tüketim günlerine dönüştü. Gösteriş ve gereksiz masraflar samimiyeti yok etti. Sahte kutsallıklar ve samimiyetten uzak abartılı önemsemeler kültürümüzü ve aidiyet hissini aşındırmanın en önemli araçlarından biri oldu. 

 ÖKüresel tüketim kültürü, liberalizmin en cazip sloganı “özgür birey olmak” fikri üzerine kuruldu. Tasarlanan rol modeller gençlere bireysel özgürlük sloganıyla takdim edildi. Gençlere “sen özgür değilsin”, “dilediğin gibi yaşamaya hakkın var” fikri aşılandı. Böylece aile ve toplum tarafından kısıtlanmış ve baskılanmış hissiyle birlikte gençlerimiz sadece ebeveynleriyle değil, toplumla, memleketle ve inançla bir çatışma içine sokuldular. Neticede gençlerimizin bir kısmı kendi varlığına düşman gönüllü “özgürlük havarilerine” dönüştüler. Toplumsal karşılığı olmayan bu yapay kimlik; aidiyet hissine belki de en fazla hasar veren görünmez bir iç tehdit oluverdi. 

 Aidiyet hissini kemiren tehlikelerden biri de değerlerin siyasete alet edilmesidir. Siyasi partiler, aslında tüm topluma ait olan sembolleri, tarihsel şahsiyetleri, inançları sanki sadece partilerine aitmiş gibi hareket ediyorlar. Böylece milletin ortak mirası olması gereken değeler bir kutuplaştırma haline geliyor. Kutuplaşmanın keskinleştiği günümüzde, herhangi bir siyasi partinin ortak değerleri sahiplenmesi, rakip partililerin o değerlere mesafeli bakmasına yol açıyor. Neticede bir milleti bir arada tutması gereken müşterek miras, siyasetin gölgesinde aşınıyor; birleştiren değil ayrıştıran bir araca dönüşüyor. 

 Aidiyet hissi özel bir mekânla çok güçlü bağları bulunur. İnsanların doğup büyüdüğü şehirler, komşuluk ilişkisini geliştirdiği mahalleler, bir arada yaşanan anılar bunların hepsi aidiyet hissini canlı tutar. Ancak artık mekânlar çok hızlı bir değişim daha doğrusu yok edilme sürecinde. Kontrolsüz şehirleşme, betonlaşma ve eski dokunun yok edilmesi, hafızayı taşıyan mekânları ortadan kaldırıyor. Mekân değiştikçe, kültürle araya mesafe giriyor, aidiyet hissi toplumsal zemini kaybediyor. 

 Kapitalist sistem Marx’ın da belirttiği üzere bitmeyen bir üretim-tüketim döngüsüne dayanır. Her şeyin sürekli değiştiği bu döngüde hiçbir toplumsal yapı istikrarlı kalamaz. Durmaksızın bir kaos yaratır ve sonu gelmeyen toplumsal alt üst oluşlara yol açar. Bu değişimin ürküttüğü insanlar, kendilerini emniyette hissetmek için cemaatler, vakıflar ve derneklere dâhil olurlar. Ama sığınılan geleneksel yapılar bu hızlı dönüşümden payına düşeni alır; rant ilişkilerinin geliştiği mekânlara dönüşürler. Zamanla kapitalist rekabet mantığını benimserler. Daha fazla üye, daha fazla bağış, daha fazla görünürlük ve daha fazla güç asıl amaç olur. Böylece birlik duygusu değil; ayrışma ve güvensizlik üretilir. İnsanlar bu yapıların samimiyetini sorgulamaya başlar. Buralardaki yolsuzluklar rantçılara mal edilmez, usulsüzlükler sanki kültürden, dinden hatta bizzat toplumdan kaynaklanan sıkıntılar gibi sunulur. Böylece insanlar kendi kültürüne duyduğu güvenle birlikte aidiyet hissini de kaybeder.

 Bu yaşanılanlara yükseköğretimde dayatılan Bologna, kalite ve akreditasyon adını verdikleri süreçlerin eşlik etmesi tesadüf değildir. Bu süreçler, en parlak gençlerimizin yurt dışına göçünü teşvik ediyor. Aidiyet zayıfladıkça geleceklerini başka ülkelerde arayan gençlerimizin sayısı ne yazık ki her geçen gün artıyor.

  Neticede külfete dönüşen kültür, geleneksel sosyal yapıların yozlaşması, aile kurumunun zayıflaması, rantçıların dini ve milli değerleri maske olarak kullanması ve daha nice sebepler aidiyet hissini yıpratıyor. Artık insanlar geleceğini kendi toplumuyla özdeşleştirmiyor. Bunun için suçlu aramaya gerek yok. Suçlu; kendi toplumunun geleceğine kayıtsız kalan bizleriz. 

 Aidiyet hissi zayıflarsa kişi yalnızlaşır, toplum parçalanır ve kutuplaşır, devlet-millet bağı zedelenir. Ve kayıtsızlık hâkim olur:

“Eğitim kötüymüş, bana ne?”

“Ekonomik kriz mi? Cebime dokunmuyor.” “Yolsuzluk var, bana zararı yok.”

“Doğa yok oluyor? Ben orada yaşamıyorum.”

“İnsanlarımız ihmalden ölüyor, onları tanımıyorum.”

“Peki ya ülkenin geleceği? Ben burada yaşamayacağım.”

Bu cümleler yenilgiye uğratılmış bir topluma, geleceği tehlikede olan bir millete işaret etmektedir. Eğer böyle giderse binlerce yıllık döngümüz tamamen yok olabilir. “Biz kimiz?” sorusunun artık cevabı olmayabilir.

 

Evlenmek isteyen genç kız babasını mahkemeye verdi

İncirlik krizi sonrasında ilk izlenim olumlu

Kraliyet yengesi evlendi

Afganistan’da 6 bin 250 kilo amonyum nitrat yakalandı

Everest’e tırmanmaya çalışan dağcı hayatını kaybetti

Tayland’da patlama: 24 yaralı

Bilim adamları çip içinde beyin hücresi büyüttü

‘Çin ile çatışma katliam olur’

NYT: Çin’de 10’dan fazla CIA ajanı öldürüldü

Donald Trump’tan Suudi Arabistan’da kılıç dansı

LİG TABLOSU

Takım O G M B Av P
1.GALATASARAY A.Ş. 15 11 1 3 21 36
2.TRABZONSPOR A.Ş. 15 10 1 4 14 34
3.FENERBAHÇE A.Ş. 15 9 0 6 18 33
4.GÖZTEPE A.Ş. 15 7 3 5 9 26
5.BEŞİKTAŞ A.Ş. 15 7 4 4 7 25
6.SAMSUNSPOR A.Ş. 15 6 2 7 6 25
7.GAZİANTEP FUTBOL KULÜBÜ A.Ş. 15 6 4 5 -1 23
8.KOCAELİSPOR 15 5 6 4 -3 19
9.RAMS BAŞAKŞEHİR FUTBOL KULÜBÜ 15 4 6 5 3 17
10.CORENDON ALANYASPOR 15 3 4 8 -1 17
11.TÜMOSAN KONYASPOR 15 4 7 4 -4 16
12.GENÇLERBİRLİĞİ 16 4 9 3 -4 15
13.ÇAYKUR RİZESPOR A.Ş. 15 3 6 6 -6 15
14.KASIMPAŞA A.Ş. 16 3 7 6 -7 15
15.HESAP.COM ANTALYASPOR 15 4 8 3 -11 15
16.İKAS EYÜPSPOR 15 3 8 4 -8 13
17.ZECORNER KAYSERİSPOR 15 2 6 7 -17 13
18.MISIRLI.COM.TR FATİH KARAGÜMRÜK 15 2 11 2 -16 8